top of page
zafer akyol

Hüzün Adası "Gökçeada"

Kabatepe‘den bindiğimiz arabalı vapurun güvertesinden baktığımızda tüm heybeti ile görünen Gökçeada... Son yılların  gözde tatil destinasyonu olan  küçük kardeşi Bozcaada’nın “çılgın tatil anlayışınınaksine özgünlüğünü korumuş Rum köyleri ile yakın geçmişimiz de hatırlamak istemediğimiz yaşanmışlıkları vadediyor.



Her şeyin hızla tüketildiği, tabiatın ve yerel kültürün turizm kisvesi adına yok edildiği zamanlarda, Gökçeada nam-ı diğer İmroz, sakin bir yaşamın döngüsünde; organik tarımıyla, mimari dokusuyla, ekolojik değerlere hassasiyetiyle, geleceğin (olması gereken) turizm anlayışını kendi yöresel dinamiğinden hareketle içselleştirmiş ve bundan dolayı  organik tarım ile hayvancılıkta pilot bölge olmasının yanında 2011 yılında aldığı Cittaslow (Sakin şehirler) unvanı ile dünyanın ilk ve tek “yavaş” adası olarak gelecekte de bu rotada gideceğini bizlere gösteriyor.

 

Bu yazımızda Gökçeada’nın turistik tanımından ziyade hüzünlü geçmişine bir bakış atacağız. Hayırsız Ada (https://www.kamusozu.com/post/hayırsız-ada) ile başladığımız hüzünlü adalar serisine bu hafta Gökçeada’yı (İmroz) konu edineceğiz. Zira Ada’nın güzelliklerini anlatan, gösteren yüzlerce kaynak mevcut.

 

Adanın kültüründe yer alan “birlikte” yaşamak ayak basar basmaz hissediliyor. Tarih boyunca Persler, Romalılar, Cenevizliler ve Osmanlılar hakimiyetinde kalan adada her gelen devlet yerli halkın kültürüne saygı gösterip beraberce yaşamışlar.



 

Gökçeada; 1923’te gerçekleşen nüfus mübadelesinden muaf tutulan birkaç yerden biri. Bu muafiyet, orada yaşayan halklar için başlarda olumlu gibi görünse de, tepeden uygulanan politikalar adanın yerel dengelerini değiştirir. İkinci Dünya Savaşı’nın teğet geçmesini başaran ada halkı, 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da gerçekleşen azınlıklara karşı yağma olaylarının psikolojik etkilerini atlatamaz. Birlikte yaşama kültürünün bozulması ve korku iklimi Ada yerlilerinin başta Yunanistan olmak üzere dünyanın dört bir tarafına göç etmelerini hızlandırır.


Zamanında 1856 kişilik nüfusu ile Türkiye’nin en büyük köyü ünvanına sahip Ada’nın batısında yer alan Dereköy’ü gezdiğimizde göçün etkilerini daha iyi hissedebiliriz. Bu köyün terkedilmiş sokaklarında gezerken en büyük köyden hüzün köyüne dönüşü anlayabiliriz.


27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Ada’ya atanan kaymakam, Paskalya’daki ayinlerde kiliseden dışarı çıkmayı yasaklar ve ilgili emri uygulamayanlara dava açar. 1963’de Kıbrıs’ta patlak veren krizin (https://www.kamusozu.com/post/kanlı-noel-ve-kumsal-baskını) tekrar Türkiye kamuoyunu meşgul etmeye başlaması ile bu dönemde mübadelede muaf tutulan Gökçeada ve Bozcaada  Milli Güvenlik Kurulu’nun  gündemine girer.


MGK gündemi sonucunda “Adaların kadastrosunun yapılması, kültürlü ve yüksek tahsilli bir müftü tayini, modern bir caminin inşası, açık tarım cezaevi tesisi, devlet üretme çiftliği kurulması, yatılı ilk öğretmen okulu yapımı, bir jandarma er eğitim taburu intikali” planlanır  ve uygulanmaya başlanır. Rum ilkokulları ve merkez ortaokulu kapatılarak 1966 yılında Gökçeada yetiştirme yurduna çevrilir. Azılı suçluların gönderileceği 30 dönümlük cezaevi yapılır. Cezaevi yapılmasının ardından altı ay içinde 1600 Dereköy sakininin 300’den fazlası göç eder. Durumun vahametini yıllar sonra bir adalı “Adaya cezaevi kurulmuştu. Cezaevinin yapılmış olması kötü değil, korkunç bir karardı” diye dile getirir. Cezaevine gönderilen kişilerin adi suçlu olmalarına rağmen ada halkının her alanına girecek serbestlikte hareket edebilmesi taciz, şiddet, zorbalık gibi vakaların sayısı her geçen gün artırır ve bu durum halkta ciddi bir korkuya sebep olur.  Adada cezaevi mahkumlarının Rumların evlerine girdiği, mallarını çaldığı, kadınlara tecavüz edildiği şeklinde haberlerin duyulması üzerine İstanbul Başkonsolosu Karandreas hükümetten aldığı izinle 6-11 Haziran 1966 tarihleri arasında adayı dolaşır. Dönüşünde yazdığı raporda;


Dereköy’de cemaat komitesinin başkanı, papazlar ve iki senedir işsiz olan öğretmenler bıçaklı olarak dolaşan mahkumların yüzünden artık köylerinde yaşamaları imkansız. Hiçbir kadının evin dışında dolaşması mümkün değil, erkekler kadınları ve çocukları korumak için gece gündüz nöbet tutuyor. Sakinler Yunan hükümetine mübadele olsun dediklerini iletmemi istediler” diye yazar.


Nihayet bütün bu acıları katmerleyen cezaevi 1991’de kapatılır. 1960’ta kapatılan okullar 2013’te tekrar açılır. 2000’li yılların sonlarına doğru turizm alanı uygulamalarının artması Ada’dan göç edenlerin kısmen de olsa geri dönmesine vesile olur.


Son yıllarda binlerce vatandaşımızın ilgi ile akın ettiği Yunan adalarını düşündüğümüzde Gökçeada bize ait olan tam bir Ege karakteristiğine sahip hem bizden hem de komşudan esintilerin harmanlandığı gerçek bir kültürel vaha.







Gökçeada geçmişte yaşadığı acıların izlerini silmeden geleceğe umutla bakmanın en güzel örneği... Yolunuz düşerse Mustafa’nın Gayfesi’ne gidin, az ötede tarihi sabun atölyesinde mis gibi kokular arasında gezinin, Poseidon’dan gün batımını izleyin, Dereköy’de şirin kız çocuklarından tarihi çamaşırhanenin hikayesini dinleyin, Tepeköy’de köy meydanında kurulan tavernada eğlenin, “O ağacın altı” nda muhteşem manzaraya karşı kahvenizi yudumlayın, Bademli’de Panna Cotta yiyin, Kefalos’da kükürtle güzelleşin, oğlak tandırı ile güzel kurabiyelerini tadın... Bu coğrafyanın tadını çıkarın...   

 

 

 

 

 

 

924 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page